Oct 22, 2023
Personal
Merhaba, İstanbul'dan İran'a uzanan ve kendi deyimimle "Aslına Bir Bakış Yolculuğu" olarak adlandırdığım bu yolculukta sizinle kişisel deneyimlerimi, samimiyetle ve olabildiğince paylaştım. Artık serinin son yazısı ile karşınızdayım. "Böylece yola devam ettikten sonra nihayet İran sınırına gelmiştik. Araçtan inip çamurla kaplı yoldan gümrük kapısına doğru yöneldim. Sınır kapısının doğu ve batısı boyunca uzanan dağlar kapının olduğu yeri doğal bir geçit haline getirmişti. Gümrük kapısı ülkelere ait iki adet prefabrik ile aralarına kurulu olan başka bir prefabriğin birbirine bağlanmasıyla oluşturulmuştu. İnsanlar kapıda uzun kuyruklar oluşturmuştu, düzensiz ve kaotik bir ortam vardı. Yerimi alıp pasaport kontrolü için beklemeye koyuldum." Keyifli okumalar dilerim. ✨
Ankara’dan Van Gölü Ekspresi ile çıktığım yolculukta Van’a varmıştım. Burada bulunduğum kısa sürede zamanı daha çok etraftı dolaşarak, insanların arasına karışarak geçirdim. Yolculuk sırasında zaman zaman aklımdan geçen bir yeri ziyaret etmek istedim. Ama diğer duraklara kıyasla bu durak da İstanbul’da karşı karşıya olduğum duyguları tekrar ediyordu. Üniversite’ye kadar bu tarz yolculukların yanından bile geçmemiş biri olarak konfor alanımın ötesine geçiyor olmanın bir kez daha eşiğindeydim. Nihayetinde İran’a gitmenin yollarını aramaya başladım. İlk kez Türkiye sınırlarının ötesine geçmeyi deneyecektim. Şimdiye kadar yaptığım gibi otostop ile gitmenin yollarını aradım. İnsanların arasına karışarak, aklımdaki sorulara cevaplar bulmaya gayret ettim. Bir müddet sonra elimdeki cevaplar ve nakit ihtiyacımı karşılayacak kadar döviz ile yola çıktım. Otostop ile bindiğim ilk araçta Van’ın Saray ilçesine kadar gidecektim. Şehir merkezinden uzaklaştıkça kışın etkisi daha çok hissediliyordu. Muhtemelen insan yoğunluğunun az olmasının da etkisiyle kar tüm ovayı bir örtü gibi örtüyordu. Yol ayrımına vardığımda beni alan kişilerden ayrılıp, sınıra doğru gitmek için uzunca bir süre bekledim. Daha sonra konuk olduğum bir araçla sınıra doğru giderken yol boyunca etrafın ıssızlığına tanık oluyordum. Artık insan ürünü yapıların da yok denecek kadar az olması sebebiyle bir kez daha bölgenin gerçek sahibinin heybetine tanık oluyordum; Kardan örtü uzaklardaki dağlarla buluşup adeta gökyüzündeki bulutlara uzanıyordu.
Bir süre ilerledikten sonra bulunduğum araçta kendimi tehlikede hissetim. Normal şartlarda böyle bir durumda yolculuğu sonlandırmayı tercih ederken bu kez bölgenin ıssızlığı, kış koşuları ve araç trafiğinin yok denecek kadar az olması beni ilerlemeye mecbur bıraktı. Duyduğum güvensizlik öyle bir noktadaydı ki, yol üzerinde bir petrol ofisine girdiğimizde, etraftaki kameraları fark edip yakın bir dostumu bindiğim aracın renk, model özelliklerinden haberdar ettim. Aklımdan geçen şey başıma bir şey gelirse en azından bu sayede bana ulaşılabilmesiydi. Böylece yola devam ettikten sonra nihayet İran sınırına gelmiştik. Araçtan inip çamurla kaplı yoldan gümrük kapısına doğru yöneldim. Sınır kapısının doğu ve batısı boyunca uzanan dağlar kapının olduğu yeri doğal bir geçit haline getirmişti. Gümrük kapısı ülkelere ait iki adet prefabrik ile aralarına kurulu olan başka bir prefabriğin birbirine bağlanmasıyla oluşturulmuştu. İnsanlar kapıda uzun kuyruklar oluşturmuştu, düzensiz ve kaotik bir ortam vardı. Yerimi alıp pasaport kontrolü için beklemeye koyuldum. Sıra bana geldiğinde görevlinin İran’a neden gitmek istediğimi sorması üzerine öğrenci olduğumu ve seyahat amacıyla gideceğimi söyledim. Ardından bir yandan işlemleri yapıp bir yandan da başını kaldırıp; “İran’dan başka gidecek başka bir yer bulamadın mı?” diye küçük bir serzenişte bulundu ve uzanıp birisine seslendi. Van-Tebriz arasında servisçilik yapan birisi olduğunu anladığım bu kişiye bana yardımcı olmasını istediğini söyledi. Karşılık olarak “Sen merak etme abi!” cevabını aldı. Cevap veren kişi bana dönüp onu takip etmemi söyledi. İki kapı arasında ilerlerken insanı derinden etkileyen bir takım insan manzaralarına tanık oldum. Mesela çocuklar görmüştüm, nedenini bilmediğim bir sebeple bu alanda olmalarına rağmen İran tarafına geçmek için oradaki İran askerlerine tabiri caizse yalvar yakar bir şeyler anlatıyorlardı. Kimileri de saatlerdir sınırı geçebilme umuduyla orada beklediklerini söylüyordu. Olan bitenlere karşı en ufak bir fikrim yoktu. Fazlasıyla kaotik ve trajik bir ortama ve beraberinde İran askerlerinin o ona kadar gördüğüm onca sert tavırlarına rağmen Türkiye’den gelen birisi için duydukları memnuniyet ve gösterdikleri güler yüz ne yazık ki duygu dünyamda tarifi zor bir duyguya sebep oldu.
Nihayetinde İran’a geçtim. Takip ettiğim kişinin yönlendirmesiyle servisteki yerimi aldım. Çamurlu ve bozuk bir yolda ilerliyorduk. Yol boyunca İran askerlerinin kimlik kontrolleri oluyordu. Bir süre ilerledikten sonra araç şoförü aracı durdurup yolculuk için para istediğinde ilk şokumu yaşamıştım. Yardım ettiğini düşünürken ister istemez şaşkınlığımı gizleyememiştim.
Servistekilerin neredeyse tamamı İran’da ikamet ediyordu ve birkaç kişi dışında hepsi yaşlı kimselerdi. Yol boyunca içeridekilerin büyük bir ilgisiyle karşılaştım. Öyle ki evlerine misafir olmamı dahi istiyorlardı. Üstelik ısrarla geri çevirmeme rağmen tekliflerinde ısrar ediyorlardı. Bunlar olurken bir yandan da couchsurfing üzerinden birileri ile haberleşip, buluşmak için sözleştim. İndiğim zaman tanıştığım kişilerden birisini beklerken hava artık kararmıştı. Bu sırada araçtaki insanlar tekliflerini tekrar ediyorlardı. Bu sırada bu tekliflerden birisini geri çevirirken “Arkadaşımı bekliyorum, haber gelmezse tekliflerini değerlendirebileceğim” dediğimde; şimdiye kadar gösterdiklerinin tam tersine ve büyük bir hızla misafir etmelerinin neden mümkün olamayacağını anlatmaya koyuldular. Karşılaştığım tavırla yüzümdeki şaşkın tebessüme engel olamamıştım. Sonraları bu durumun esasen “Taarof” dedikleri bir gelenekten ibaret olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Hatta bir başka seferinde yine oradayken tanıştığım iki arkadaşla birlikte katıldığım bir yemekte bu durumu deneyimledim. Benim gibi misafir olan bir çiftle sohbet ettik. Sohbet arasında hanımefendi ve eşi birkaç kez misafir etmekten duyacakları memnuniyeti ifade ettiler. Tabi benzer deneyimi daha önce yaşadığım için olan bitenin taarof olduğunu düşünerek nazik bir şekilde reddetmeye devam ettim. Ama biraz sonra yanıma yaklaşan beyefendi davetlerinin taarof olmadığını gerçekten gelmemden memnuniyet duyacaklarını ifade etti. Taarof benim için kelimenin tam anlamıyla bir kültür şokuydu. Öyle ki bir başka yerde de yemek yedikten sonra hesabı ödemek istediğimde işletme sahibinin ödemeyi almaya karşı koyduğu da oldu.
Arles’daki Yatak Odası, Vicent van Gogh
Bir süre sonra, tanıştığım bir arkadaşın rehberliğinde hostel bulup dinlenmek için yukarıya çıktım. Bazı küçük farklılıklara rağmen Vincent van Gogh’un “Arles’daki Yatak Odası’nı” hatırlatan bir oda karşıladı beni. Ek olarak mevsimin kış olması hasebiyle içeriyi ısıtan doğalgaz sobası da vardı. İstanbul’dan otostopla başlayıp İran’daki bu küçük odaya kadar uzanan yolculukta çok çeşitli duyguların içinde buldum kendimi. Öyle ki bazı duygulardan gerçek manada bu sayede haberdar oldum. Ama bu odada geçirdiğim gece yaşadığım yalnızlık hissi o ona kadar yaşadığım duyguların hepsinden çok farklıydı. Bugünlerde dahi bu denli bir yalnızlığı bana yaşatan duyguların neler olduğunu tam olarak kavrayabilmiş değilim. Böylece İran’daki ilk geceyi geride bıraktım. Sonraki günlerde de insanlarla tanışıp, ülkenin ve insanının sosyal, kültürel ve ekonomik pek çok yönüne temas ettim.
Dışarıdan görünenin çok ötesinde bir İran’la iç içeydim. Böyle olması, temas içinde olduğum insanlardan yahut o ona kadarki deneyimim İran’ın belli bir bölgesi ile sınırlı kalmasından kaynaklanmış olabilirdi. İnsanların bizim ülkemizdeki algıya kıyasla daha seküler hayatlara sahip olduğunu gördüm. Halk farklı görüş ve yaşam tarzlarına sahip gruplardan oluşmuş olsa da bu farklılıklar toplumsal alanda büyük oranda tek tipti. Günümüzde önce İran toplumsal hareketlerine bağlı olarak kaldırıldığı söylenen ahlak polisleri sonra başka bir kararla tekrar sahalara dönmüştü. Benim orada olduğum vakitlerde de ahlak polislerinin sokaktaki etkisini hissettim. Mesela, tanıştığım bir kadın arkadaş ile gayri ihtiyari tokalaşıp vedalaşmaya kalktığımda, sessiz bir ses tonu ve el işareti ile ahlak polislerinin yakınımızda olduğunu işaret etmişti.
Kadınların önemli bir kısmı genel inanışın aksine çarşaf ile örtünmüyorlardı. Daha çok başlarını örtüp, görece muhafazakâr kıyafetler ile sokaklara çıkıyorlardı. Başlarını örtenler ise ancak saçlarının bir bölümü için bunu yapıyorlardı. Birlikte gezdiğimiz bölgeden genç bir kadın arkadaşım da benzer bir tercihe sahipti ve ne zamanki örtüsü düşüp başının geri kalanı açılsa etrafta insanların dikkatli bakışlarına maruz kalıyordu. Her ne kadar insanlar farklı düşünce tarzlarından geliyor olsa da ahlak polislerinin toplumsal hayata etkisi göz ardı edilemeyecek boyuttaydı.
Ekonomik olarak insanların zorlandıkları görülebiliyordu. Ulusal paralarının değeri çok düşük olmasına rağmen pahalılık benim de hissettiğim bir şey olmuştu.
Sokakların her yerinde, özellikle de turistik ve tarihsel önemli olan bölgelerde, 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi’nde hayatını kaybeden İran Devrim Muhafızları ile dini liderlerin fotoğrafları vardı. Kamuya açık parklarda çok sayıda çadır vardı. Sorduğumda, insanların bu çadırlarda geceleri konaklamak suretiyle sosyalleştiğini, kimilerinin özel, kimilerinin de yerel idareler tarafından insanların kullanımı için kurulduğunu söylediler. Ayrıca dağcılık ve benzeri aktivitelere büyük bir ilgi olduğunu fark etmiştim. Sanıyorum bu ve benzeri toplumsal yönelimler, insanların devlet aygıtlarının varlığını az hissedilebildikleri yahut mevcudiyetine rağmen görece daha rahat hissedilebilen alanlar olması hasebiyle ortaya çıkıyordu. Bir başka deyişle insanların alternatif yaratma arayışının bir parçası olduğu belliydi. Devlet yönetimi ile ideolojik olarak aynı çizgide olmayan insanların önemli bir kısmı bu gibi sosyal alanları tercih ediyorlardı. İran’da uluslararası bankacılık sistemi de yoktu ve bunu İran’dayken öğrendim. Dolayısıyla Türkiye’deki banka hesaplarımdan nakit ihtiyacımı karşılayamaz olmuştum.
Böylece geçirdiğim günlerden sonra bir gün vpn ile internete eriştiğim bir sırada Türkiye’deki tanıdıklarımdan bir haber aldım. Aldığım haber karşısında büyük bir üzüntü duydum ve o gece dönmek için otobüs terminaline gittim. Terminale gittikten sonra hiçbir boş yer bulamadım. Uzun bir bekleyişten sonra bir otobüs ile dönmemim mümkün olmayacağını anladığımda bir taksi ile anlaşıp önce Ağrı’daki gümrük kapısına gidip oradan Türkiye’ye girdim. Girerken habersiz olarak tam da geçişlerin kapatılmasından hemen önce orada olduğumu öğrendim. Sınırı geçip otostopla ilerlemeyi planlıyordum. Doğrusu ilk kez gece otostop ile ilerleyecek olmamın tedirginliği içindeydim. Güvenlik kontrolleri sırasında tanıştığım personel oradan otostop ile ayrılmama müsaade etmedi. Aklıma daha önce gelmeyen bir ihtimali paylaşmışlardı: otostop ile bindiğim bir aracın yasa dışı bir eyleme konu olması halinde sıkıntı yaşayabileceğim ihtimaliydi bu. Böylelikle İran tarafından gelen bir otobüs ile yola devam etmem yönünde beni ikna ettiler. Sabaha kadar onlarla sohbet ederek vakit geçirdikten sonra Sabah gelen otobüs ile Erzurum’a devam ettim. Erzurum’dan Doğu Ekspresi ile Ankara’ya oradan da beklemeden otostop ile yola devam edip İstanbul’a vardım.
Benim için her açıdan upuzun bir yolculuktu. Artık başladığım yere geri dönmüştüm. Heybeme kattıklarım benim için eşsizdi. Yola çıkmadan önce kendi küçük hikayelerimi not etmek için aldığım defterin ilk sayfasına yazdığım birkaç kelime vardı: “Aslına Bir Bakış Yolculuğu”. Döndüğümde esasen bu yolculuğun benim öngördüklerimin çok ötesine bir anlam taşıdığını daha iyi fark edebiliyordum.
Ve nihayetinde kendime karşı verdiğim mücadelede başarılı olmuştum; en azından bir sonraki büyük mücadeleye kadar.
SON.
Kapak Fotoğrafı: Steps of light by Fateme Hashem Beige